26 Ocak 2011 Çarşamba

Rakamlar Üzerinden Bir Arda Turan Analizi




Bugün çeşitli gazeteler ve internet sitelerinde 'Galatasaray'da Arda şoku' başlıklı haberler gözüme çarptı. Haberlerde Arda Turan'ın ameliyat olmadığı taraftaki kasık ağrıları nedeniyle 2 gündür doktorlar tarafından dinlendirildiği ve hafta sonu Bursaspor maçında oynamasının şüpheli olduğu söyleniyor.

Biliyorum ben de dahil pek çoğumuz için kabak tadı verdi Arda Turan'ın sağlık durumu ama haberlerin altındaki yorumlar beni aşağıdaki satırları yazmaya zorladı doğrusu;
Arda Turan 23 yaşında bir profesyonel sporcu ve son 5 yıldır üst düzeyde spor yapıyor. Bu yıla (2010-2011 sezonu) kadar Galatasaray'da sırasıyla 36(2006-2007), 44(2007-2008), 41(2008-2009) ve 47(2009-2010)  resmi maç oynamış. Ayrıca aynı sürede Milli Takım'da 42 maça çıkmış. Yani senede en az 45 resmi maça çıkmış ve sakatlık öncesi son yılda bu sayı 55'e  ulaşmış. Hazırlık maçlarını da katarsak bu sayı sezonda 50-60 maç demek. Sonuçta Arda Turan ortalama bir profesyonel sporcuya göre sezon başına  daha fazla maça çıkmış ve daha fazla yıpranmış.

Arda Turan'ın fiziksel yapısı açısından bakıldığında hemen göze çarpan bir özelliği var: bacakları gövdesine göre oldukça kısa. Bu adım uzunluğu adını verdiğimiz her adımda kat ettiği mesafenin kendi boyundaki futbolculara ve kendinden uzun futbolculara göre daha kısa olduğu anlamına geliyor. Arda Turan'ın pozisyonu icabı genellikle kendinden uzun futbolcularla mücadele ettiği bir gerçek. Özetlersek Arda mücadele ettiği futbolcu ile aynı mesafeyi kat etmek için daha çok adım atmak zorunda kalıyor.
Bir de Arda Turan'ın futbol stilinden kaynaklanan bazı riskleri var; Arda tarz icabı çok yön değiştirerek ve ani hareketlenme ve duruşlarla oynayan bir futbolcu.Ani yön değiştirmeler ve duruşlar özellikle üst bacak( özellikle kasık ve arka uyluk) kaslarına ek zorlanmalar getiren durumlardır ve bu bölgelere normalin üzerinde yaralayıcı güçler bindirir.



Arda Turan ile rakiplerinin bacak uzunluklarına dikkat!!!

Bunun dışında Arda Turan'ın sakatlığa yatkınlığını arttıran başka nedenleri de saymak mümkün; daha fazla sert ve kusurlu müdahalelere maruz kalması, futbol sahalarımızın durumu vs., vs.

Arda Turan sakatlık öncesi son 4 yılda ortalama bir profesyonel futbolcudan hayli fazla sayıda maç oynamış, fiziksel  ve futbol stilinden kaynaklanan bir takım özellikleri nedeniyle sakatlık riski artmış bir profesyonel sporcuydu ve sonuçta sakatlandı. Sporcu da insandır ve hastalanıp sakatlanabilir!!!  Üstelik sakatlık profesyonel sporun içinde olan bir olgu.

Dikkat ederseniz haber yorumlarında ve hemen her yerde ilk bahsedilen şeyden yani Arda Turan'ın özel yaşamından hiç bahsetmedim.Çünkü yaşadığı sakatlıkta yukarıda saydığım diğer etkenlerin her birinin en az özel yaşamı kadar ve hatta daha fazla önemli olduğuna inanıyorum. Özel yaşamının Arda Turan'ın sakatlıkları üzerinde etkisi var mı yok mu bilemem ancak bunu kendisi ve sorunla  ilgilenen hekimler dışında kimse de bilmez !!!. Bu konuyu konuşup tartışmanın da kimseye bir faydası olacağını sanmıyorum.

 Öte yandan bana sorarsanız ' Arda Turan'ın sakatlık süreci doğru şekilde yönetildi mi?' diye, bununla ilgili düşüncelerimi de bir süre önce yazdığım  'Arda Turan'dan sonra sporcu sağlığı' yazımda bulabilirsiniz.

11 Ocak 2011 Salı

Çocuklar da Spor Yapar

Evet çocuklar da spor yaparlar hem de sandığınızdan daha çok ve daha zorlu koşullarda. Rakamlar gün geçtikçe daha fazla çocuğun özellikle müsabık düzeyinde spora katıldığını söylüyor. Ayrıca organize spora katılım yaşı gittikçe düşüyor,  üstelik çocuklar bu süreçte giderek daha fazla yüklenmeye maruz kalıyorlar.

Çocukluk çağında sporun profesyonel sporda olmayan başka sorunları var; anne ve babanın karar verici (kimi zaman aşırı baskıcı) rolü, çocuğun gelişmekte olan iskeletinin getirdiği sorunlar, kaliteli sağlık hizmetine ulaşımın son derece kısıtlı olması, sporda kullanılan malzeme ve zeminlerin uygunsuzluğu, koçların (genellikle zorunlu olarak) sağlık sorunlarında karar verici rolü oynamaları vs., vs...




Öncelikle şunu söylemek lazım: çocuklar minyatür yetişkinler değillerdir. Hızla büyüyen bir kas iskelet sistemleri vardır ve bu nedenle yetişkinlerde görülmeyen bazı sorunlara daha açıktırlar (örneğin spondilolisis  ve osteokondrozlar). Ayrıca özellikle hızlı büyüme dönemlerinde belirginleşen koordinasyon sorunları spor sakatlıklarına yatkınlıklarını arttırır. Bu nedenle çocukluk ve erken ergenlik dönemlerinde aşırı yükleyici olmaktan kaçınıp oyunun ruhuna, kurallarına ve temel atletik becerileri geliştirmeye odaklanan bir spor/egzersiz katılımı çok daha uygundur.

Burada çocuk/ergen sporcularda diğer pek çok sorun dışında gözlemlediğim iki önemli soruna değinmek istiyorum;

  • Aşırı yönlendirici ve baskıcı ebeveyn: anne babalar genellikle iyi niyetle; bazen  kendilerinin ulaşamadıklarına ulaşmaları bazen daha başarılı olmaları için, çocuklarına psikolojik yükler getirecek baskılar uygulayabiliyorlar. Bundan kesinlikle kaçınmak lazım çünkü bu sandıkları gibi başarıyı getiren değil tam tersi sonuçlar doğuran bir tutum. Çocuk yaptığı spordan uzaklaşabiliyor ya da yaşamının diğer alanları ve dönemlerinde sorunlar ortaya çıkabiliyor. Anne babalar eğer ebeveynlik ile koçluk ayrımını yapamayacakları şüphesi taşıyorlarsa asla çocuklarının antrenörlüğüne soyunmamalı. 
  • Koçlar genellikle çocukluk çağı sporlarındaki yetersiz organizasyon, sağlık ve destek personeli eksikliği nedeniyle sağlık sorunları da dahil tek karar verici gibi davranıyorlar. Bu özellikle sağlık sorunlarında erken tanı ve tedaviyi güçleştiren bir durum. Ayrıca başarılı olma baskısı altındaki antrenörlerin bazen yanlış kararlar verdiği de oluyor.  


    Sorunun büyüklüğünü bazı sayılarla ortaya koymak gerekirse (maalesef rakamlar bizden değil A.B.D.'den):

    1. A.B.D.'de her gün 8000  çocuk sporla ilişkili yaralanmalarla acil servislere başvuruyor,
    2. Lise çağı sporcuları yılda 2 milyon civarında sakatlık yaşıyor ve 500.000 doktor ziyaretinde buluyorlar,
    3. Lise çağı sporcuları üniversite çağı sporcularına göre Amerikan Futbolunda 3 kat daha fazla sakatlanma riski taşıyorlar,
    4. Kız basketbol oyuncuları erkeklere göre 240% daha fazla kafa travması ile karşılaşıyorlar.
    5. Organize spordaki sakatlıkların 62%'i antrenman sırasında ortaya çıkıyor.
    6. Liselerin ancak 42%'inde sporcu sakatlıkları konusunda erişilebilir bir hizmet veriliyor ve 47%inde yeterli sağlık personeli (hemşire) bulunmuyor.
    7. A.B.D'de 2009'da 48 çocuk ya da genç spora bağlı olarak hayatını kaybetmiş. Bunların yarısı kalp krizi nedeniyle olmuş. 
    A.B.D. bize göre daha kalabalık ancak daha organize, bu nedenle bizim daha iyi durumda olduğumuzu sanmıyorum. Büyük olasılıkla çok daha ciddi bir tablo ile karşı karşıyayız. Yukarıdaki rakamlara bakınca çocuklarımızın yetişkin ve genç sporculara göre daha fazla sakatlanma riski taşıdığını, bu sakatlıkların profesyonel spordakinin aksine antrenmanda olma olasılığının daha yüksek olduğunu, kızlarımızın erkeklere göre kafa travmasına maruz kalma riskinin çok daha yüksek olduğunu ve bütün bunlara rağmen  sağlık hizmetine erişimin profesyonel spora göre çok sınırlı olduğunu söylemek mümkün.

    Peki ne yapmalıyız?;

    • Çocukluk çağında spora katılım öncesi sağlık muayenelerini çok daha ciddiye alarak yapmalı ve en kısa sürede bunu sağlam bir yasal bir zemine oturtmalıyız.
    • Kullanılan malzeme ve spor yapılan zeminlerin çocuklara uygunluğu ile ilgili kesin düzenleme ve kriterler getirilmeli,
    • Müsabakalar başta olmak üzere her kademede yeterli sağlık personeli desteği için gerekli düzenlemeler yapılması ve kaynak ayrılması için özellikle anne babalar tarafından yetkililere baskı yapılmalı,
    • Çocukluk çağı sakatlıkları ile ilgili bilimsel araştırmalar desteklenmeli ve bunun için kaynak ayrılmalı,
    • Antrenörler başta olmak üzere anne-baba ve sporcular sakatlıkların önlenmesi ve tedavisi konusunda eğitilmeli, özellikle 'ağrı ile oynamak' gibi çok yaygın bir hatayı engellemek için elimizden geleni yapmalıyız.  

    Spora aktif katılımın çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişiminde büyük yararları var, bu yararları en yükseğe çıkarmak ve hoş olmayan sürprizlerle karşılaşmamak için  en büyük rol anne babalara düşüyor sanıyorum

    7 Ocak 2011 Cuma

    Pilates: popüler bir egzersiz sistemi

    Pilates hem hastalarıma sıklıkla önerdiğim ve hem de hastalarımın giderek daha çok katıldıkları bir egzersiz sistemi olarak beni bu konuda bir şeyler yazmaya zorladı desem abartmış olmam!!!
    Pilates tarihçesi çok eski olmayan ve ilk kez 1920'li yıllarda Joseph Pilates tarafından tanımlanmış ve uygulanmış bir egzersiz sistemi. 20.yüzyılın sonlarına kadar daha çok bale ve dans ile uğraşanların katıldığı bir aktivite olarak kalmış. Spor hekimliğinde yapılan çalışmalar ile önemi kanıtlanan core (çekirdek-derin karın ve bel kasları) kuvveti ve dengesini arttıran bir egzersiz sistemi olarak ön plana çıkması ile popülerliği artmaya başladı. 'Core' olarak adlandırılan yapı karının derin kasları, bel ve kalça çevresi kasları ile bunları destekleyen bağlardan oluşuyor. Pilates temel olarak bu yapıların kuvvet, kontrol ve dizilimini geliştiren bir egzersiz sistemi.

    Pilates sisteminin 6 temel prensibi bulunuyor. Bunlar;

    1. Odaklanma: vücudun merkezine odaklanmayı ifade ediyor. Pilates kaburgalar ile leğen kemiği arasındaki bölgeyi bir güç merkezi olarak kabul ediyor ve tüm pilates egzersizleri kaynağını buradan alıyor.
    2. Konsantrasyon:  tüm konsantrasyonun egzersize verilmesi ve bu şekilde en yüksek verimin alınabileceğini ifade ediyor.
    3. Kontrol: egzersizler tam bir kas kontrolü ile yapılmalı.
    4. Keskinlik: tüm hareketler boyunca tam bir farkındalıkla tüm vücut parçaları doğru pozisyonlanmalı.
    5. Nefes: tüm egzersizler sırasında nefes ile koordinasyon önemli. Doğru nefes kullanımı Pilates sisteminin önemli bir parçasını oluşturuyor. 
    6. Akış: egzersizler akıcı bir şekilde yapılmalı, akışkanlık ve rahatça yapmak egzersizlerden en yüksek kazanımı elde etmede önemli.
    Pilates vücudun kendi ağırlığı yardımı ile yerde egzersiz minderi üzerinde ya da temeli yay ve makara sistemlerine dayanan pilates makineleri kullanılarak iki farklı şekilde yapılabiliyor. Burada en önemli şey uygun eğitimi almış eğitmenin birebir ilgisi ve uyarıları ile yukarıdaki prensiplere sadık kalarak egzersiz programını uygulamak!!!  Pilates özelliği itibarıyla bir rezistif egzersiz sistemi, yani tür olarak ağırlık çalışmaya koşmak ya da bisiklete binmekten daha yakın bir egzersiz.

    Pilates yaparken eğitmenin vücut ve kasların pozisyon ve aktivitelerini görmesi açısından üzerinize oturan kıyafetler giymenizi tavsiye ederim. Ayrıca çok bol kıyafetler özellikle makineleri kullanırken kıvrılıp bükülerek rahatsızlık yaratabilir. Egzersizler ayakkabı giymeden çıplak ayakla ya da çorapla yapılıyor.

    Pilatesin özellikle bel ile ilgili sorunları olan kişilerde ağrı ve fonksiyon  üzerinde yararlı etkileri olduğunu bildiren çok sayıda bilimsel çalışma var. Ayrıca bazı spor sakatlıkları sonrasında rehabilitasyonda kullanıldıklarında yeniden sakatlanmayı önlediklerini gösteren yayınlar da bulunuyor. Ancak pilatesin zayıflatıcı bir egzersiz olduğunu söylemek mümkün değil.

    Joseph Pilates tarafından tanımlanmış 34 orijinal egzersizden ikisini aşağıda görebilirsiniz:


    Egzersiz 1
    Egzersiz 2





















    Bilimsel olarak kanıt olsun ya da olmasın pilates programlarına katılanların gözlemledikleri kazanımlarını şöyle sıralayabilirim;

    • Daha güçlü bir 'Core'- karın ve bel/kalça kasları,
    • Daha ince-fit bir görünüm,
    • Daha esnek bir vücut,
    • Daha iyi bir duruş-postür,
    • Azalmış sakatlık ihtimali,
    • Ruhsal rahatlama ve azalmış stres,
    • Daha iyi bir vücut dengesi,
    • Vücudunuza yönelik farkındalıkta artış,
    • Bel, sırt ağrılarında azalma.
    Pilates iyi bir eğitmenin gözetiminde herkes için uygun bir egzersiz sistemidir. Ancak özellikle kas iskelet sistemi ile ilgili sorunları (bel ya da boyun fıtığı gibi) ve hipertansiyon başta olmak üzere kalp damar sistemi ile ilgili sorunları olanların spora başlamadan önce bir hekime danışmasını öneririm.
    Unutmayın düzenli ve doğru yapılan egzersiz yaşamın kalitesini ve süresini uzatır!!!
    
    

    5 Ocak 2011 Çarşamba

    İliotibial Band Sürtünme (Friksiyon) Sendromu; sıklıkla göz ardı edilen bir sorun

      Bugün spor ile ilgili popüler tartışmaların dışında bir konuya değinmek istedim. Açıkçası bloga başlarken amaçlarımın başında bu tür üzerinde durulmayan konulara dikkat çekmek ve çözümleri hakkında önerilerde bulunmak da vardı. Ancak ülkemiz sporunun gerçek sağlık sorunları dışında o kadar çok aksayan yönü var ki (sağlık yapılanmasındaki organizasyonsuzluk ve yasaklı madde kullanımı gibi) doğrusu ana konulara çok sınırlı olarak değinebilmişim.


                                                  
                                                                                             İTB Sendromu Ağrı Bölgesi

    İliotibial band (ITB) friksiyon sendromu koşucularda en sık görülen dizin dış tarafında ortaya çıkan ağrı nedenidir. ITB’ın lateral femoral epikondile tekrarlayan sürtünmesi sonucunda ortaya çıkan kronik inflamasyon (iltihabi reaksiyon) ile oluşur. Spor yapanlarda görülen bacak sakatlıkları arasında 22%’ye kadar çıkan oranlarda görüldüğü bildirilmekte.

    Koşu, bisiklet gibi sporlarda tekrarlayan dizin bükülüp düzelmesi (fleksiyon/ekstansiyon)sırasında ITB arka liflerinin femur epikondiline tekrarlayan sürtünmeleriyle başlar. Bu olay özellikle diz yaklaşık 30 derece bükülmüşken koşu sırasında ayağın yere temas ettiği ilk anda oluşur. Olay hemen daima bir aşırı kullanma/yüklenme yani overuse sakatlığıdır.

    Oluşmasında hem dahili ve hem de harici faktörler rol oynar, bunları şöyle sıralayabilirim:
    1. Koşu mesafe ve sıklığında ani artış,
    2. Sporda deneyim eksikliği,
    3. Yokuş aşağı koşma,
    4. Pistte aynı yönde uzun süre koşmak,
    5. Uzun mesafeler koşmak,
    6. Kalça kaslarında kuvvet eksikliği,
    7. Bacak uzunluk farkı,
    8. ITB gerginliği, diz ve ayaktaki anatomik bozukluklar.
    ITB Sendromunda dizin dış tarafında (eklem mesafesinin 2-3 cm. üzerinde) yanıcı ya da keskin ağrı en önemli yakınmadır. Başlangıçta/hafif olgularda egzersiz ile ortaya çıkıp istirahatte geçerken, sonrasında günlük aktiviteler ve otururken de olmaya başlar. Şiddetli  durumlarda ağrı olan bölgede şişlik ve hareketle gıcırtı benzeri ses olabilir. Bu hastalıkta iyi bir fizik muayene ve etki edebilecek yukarıda saydığım tüm faktörlerin fizik muayenede değerlendirilmesi tanı koydurucudur ve tedavinin başarısı için de önemlidir. ITB Sendromu tanısı öykü ve fizik muayene ile konur. Özellikle popülerliği zirve yapmış olan ve kanımca gereksiz tetkiklerin en önemli örneği olan Manyetik Rezonans Görüntülemesi (MRI) sadece tanıda şüphe olan ve ya eklem içi sorun şüphesi olanlarda başvurulması gereken bir yöntemdir. Çünkü MRI da ITB normal olabilir ayrıca MRI görüntüleri ile yakınmalar arasında bir paralellik de yoktur




    ITB Sendromu tedavisini bir kaç evreye ayırabiliriz;
    1. Akut evre: Amaç ağrı ve şişlik gibi bulguları kontrol altına almaktır. Bu nedenle egzersiz ve sporun yoğunluğunun azaltılması şarttır . Hafif olgularda aktivitenin yakınma başlatan süre ya da mesafenin altına indirilmesi, ağır olgularda ise aktivitenin kesilerek yüzme(sadece kolla) gibi alternatif aktivitelere geçilmesi önerilir. Bu aşamada buz tedavinin önemli kısmıdır.(1-2 saatte bir 10 dk). Ağrı kesici, anti-romatizmal ilaçlar özellikle tedavinin ilk haftasında faydalı olabilir.
    2. Subakut evre: bu evrede anatomik bozukluklar ve kas gerginliklerinin tanımlanması ve çözümlenmesi yapılmalıdır. Germe egzersizleri bu aşamanın temelini oluşturur. Ayrıca masaj ve fizyoterapi cihazları ile tedavilere de başvurulabilir.
    3. Kuvvetlendirme evresi: kas kuvvetsizlikleri (özellikle kalça kasları) aşılmaya çalışılır. Başlangıçta yan yatarak bacak kaldırma ile başlanarak tek bacak squat egzersizi ile devam edilir . Daha sonra lunge egzersizi de uygulanabilir. Başlangıçta 5-8 tekrar ile başlanarak daha sonra 2-3 set halinde 15 tekrara ulaşılmaya çalışılır. Egzersizler her iki bacağa da uygulanmalıdır.
    4. Sahaya/Aktiviteye dönüş: hasta tüm egzersizleri doğru şekilde ve ağrısız yapabilecek duruma gelince spora başlamasına izin verilir. Genellikle 6 haftalık tedavi sonunda tam iyileşme sağlanır. Geri dönüşte gün aşırı koşu ile başlanır, yokuş aşağı koşuya izin verilmez. Başlangıçta yüksek hızda (sprint) koşulur, çünkü koşu hızı arttıkça dizde 30 dereceden fazla bükülme ile ayak yere temas ettiğinden ITB sendromuna yol açma ihtimali azalır. 3-4 hafta içinde tedrici olarak aktivite arttırılır.Cerrahi tedavi ancak yukarıda özetini verdiğim tedaviye cevap vermeyen az sayıda hastaya uygulanır. Temel olarak sorunlu bölgenin çıkarılması ya da ITB boyunun uzatılmasına yönelik teknikler uygulanır.
    Yazının başlığında da söylediğim gibi ITB Sendromu biraz ihmal edilen ve hatta ciddiye alınmayan bir sorundur. Sıklıkla uzun mesafe koşucuları (özellikle krosçularda ve uzun mesafe pist koşucularında) başta olmak üzere aerobik-dayanıklılık sporları yapanlarda görülür. Tedavisinin en temel üç noktası erken tanı, altta yatan etkenlerin doğru tanımlanması ve düzeltilmesi ile sporcunun spora dönüşte sabırlı olarak gereğinden erken dönüşten kaçınmasıdır. Aslına bakarsanız bu saydığım üç faktör tüm spor sakatlıklarının tedavisinde önemlidir ve sporla ilgilenen herkes tarafından tekrar tekrar hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır. Spor ve egzersizi bir yaşam biçimi haline getirmiş herkese 2011 yılında sakatlıktan uzak sağlıklı bir yaşam diliyorum.