26 Ekim 2011 Çarşamba

Ne Olacak Bu Bizim Hallerimiz

Biraz önce TNT Televizyonu'nda bir programa rastladım. Programın adı Dr. Gürkan Kubilay ile sağlık ya da benzer bir şeydi. Bugünkü programda İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Gürkan Kubilay konuğu olan Ortopedi Uzmanı Dr. Adnan Bağrıaçık ile beraber Multipl Skleroz hastalığını ve çeşitli egzersizlerin bu hastalığı nasıl iyileştirdiğini konuşuyorlardı.

Konu ile ilgisi benim ekonomiye olan ilgim kadar olan sıradan vatandaş buna 'ne var?' diye bakabilir ancak kazın ayağı öyle değil. Neden mi? Anlatayım: Wikipedia'ya girip multipl skleroz  yazdığınızda karşınıza 'beyin ve omurilik hücreleri etrafındaki myelin kılıfının hasarlanması ile giden ve buna bağlı geniş yelpazede belirti ve bulgularla seyreden inflamatuvar bir hastalıktır' ifadesi çıkıyor. Bu şu demek; kısaca MS dediğimiz hastalık  çok sayıda nörolojik belirti ve bulgu ile seyreden ve temel olarak Nörologların tedavi ve takibinde olan bir durum. Ben bir fizik tedavi ve rehabilitasyon ve Spor ve Egzersiz Tıbbı uzmanıyım, bu nedenle MS nedir ve nasıl tedavi edilir gibi konularda bir takım bilgilerim elbette ki var. Örneğin programda bahsedilen MS hastalarında egzersiz uygulamaları konusunda programda konuşan her iki hekimden daha çok şey bildiğimi iddia da edebilirim. Ancak açık söyleyeyim kendimi MS gibi pek çok hasta ve ailesini sıkıntılara sokan bir konuda çıkıp televizyonda ahkam kesecek bilgi ve birikimde hissetmiyorum. Kendisini MS konusuna vakfetmiş pek çok uzman hekim var bu ülkede ve MS ile ilgili bir laf edilecekse onların etmesi doğrusudur diye düşünüyorum.

Programda söz edilen ve Ortopedi Uzmanı Dr. Adnan Bağrıaçık tarafından bizzat gösterilen egzersizlere ve bu egzersizlerin MS hastalarını yürüttüğü şeklindeki Dr. Gürkan Kubilay'ın ifadelerine gelince...
Pes diyorum ... sadece pes. Programı bir süre sonra izlemeyi bıraktım, midem ve kalbim daha fazlasını kaldırmadı. RTÜK esas bu gibi programlar için var bence, hangi programda kaç dakika kaç kuşak  reklam olacağını takip için değil.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Futbol Düzenimiz Sarsılırken



Uzun süredir bloga birşeyler yazamıyordum: her şey malum yasakla başladı, ha bugün ha yarın derken şike soruşturması patlamaz mı? Bu sefer de ortalıktaki toz duman yatışsın diye bekledim...

Ve dün toz duman TFF'nin iddianameyi bekleme kararıyla temizlendi... demeyi isterdim ama maalesef böyle düşünmek istesem de beceremiyorum. Neden mi ? Anlatayım...
Blogdaki bazı yazılardan da anlaşılacağı gibi ben Galatasaray taraftarıyım, ama olayın başından bu yana bu konuda olabildiğince adil davranmaya çalışıyorum. Kişilerin suçları kanıtlanana kadar suçsuz oldukları ve savunma hakları gibi hukuki kavramlara süreç boyunca saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Ama öte yandan kendime şu soruları sormadan da edemiyorum;
1. Madem TFF ve Etik Kurulu belgeleri ceza vermek için yeterli görmediler, o zaman bu 50 küsur kişiyi Disiplin Kuruluna neye dayanarak sevk etme kararı aldılar?
2. Bu lig bu şekilde başlarsa sağlıklı olarak nasıl devam eder? Statlarda ve stat dışında taraftarların karşı karşıya gelmesini nasıl engelleyecekler? Ya da sezon ortasında iddianame ve tüm delillerin ışığında kulüplere ceza verilmesi gerekirse bu nasıl yapılacak?
3. Bir de şike soruşturması patladığından bu yana söylenen bir söze çok takılmış durumdayım: ' Kişilerin yaptığı kurumları bağlamaz, kişiler ile kurumları ayrı tutmak lazım.' İnanın bana bu tipik bir eyyam ya da idare-i maslahat gibi geliyor. Bunu söyleyenlere şunu sormak lazım: örneğin şike ve teşvik yaptığı söylenen Aziz Yıldırım ya da İlhan Ekşioğlu bunu Sadri Şener'in kişisel çıkarları aleyhinde mi yaptılar yoksa Trabzonspor aleyhinde mi yaptılar? Eğer kişilerin yaptığı başka bir kuruma zarar veriyorsa bu ayrımı nasıl yapabilirsiniz?
4. TFF Başkanı Sayın Mehmet Ali Aydınlar'ın dün basın toplantısında söylediği bir söze de çok şaşırdım: ' Kendisini şüpheli gören kulüpler Avrupa Kupalarına şimdiden katılmayabilirler'.

Bu kararlar ve ifade sonucunda ben TFF'nin cezalar için topu adalete ve mahkemelere, Avrupa kupalarına katılım için de kulüplere attığını düşünüyorum ve herkese sormak istiyorum; bu koşullarda Spor Toto Süper Lig 2011-2012 sezonunu izlemek için heyecanlanan var mı?Bence daha radikal bir karar alınıp 2011-2012 sezonu hiç oynanmasa ve futbolumuzun temiz olduğuna çoğunluk ikna olduktan sonra yeni bir sayfa açıp yola devam etsek daha iyi olurdu.

Yukarıda sorduğum sorular dışında bu iş başladığından bu yana kendime sık sık sorduğum ve cevabı henüz hiç kimse tarafından tartışılmayan bir başka soru daha var, cevabını siz de düşünün:
' Eğer bazı kişiler bazı maçların sonuçlarını ayarladı ise bu maçlar üzerinden iddia ve diğer bahis kanalları yoluyla maddi çıkar sağlamazlar mı?'

16 Şubat 2011 Çarşamba

Diana Taurasi ve Doping : Yine Yüzümüze Gözümüze Bulaştırdık



Doğrusu ne diyeceğimi bilemiyorum. Sadece 2 ay önce idrar numunesi yasaklı madde içerdiği için tedbirli olarak ceza kuruluna sevk edilen ve kulübü ile sözleşmesi fesih edilen Diana Taurasi,  Hacettepe Üniversitesi bünyesinde bulunan Türkiye Doping Kontrol Merkezi'nin 'yasaklı madde modafinil içermektedir' şeklindeki raporunu geri çekmesi sonucu temize çıktı. Okuyunca size de garip geliyor eminim, ne denir ki ???
Olayın detaylarına bakınca; sporcunun ve yasal temsilcisinin test örneklerini ve raporlarını aldıkları (ki böyle bir hakları var) ve bunu başka bir WADA (Dünya Anti-doping Ajansı) sertifikalı laboratuvarında yeniden test ettirdikleri anlaşılıyor. Sonuç farklı çıkınca bu sonuçlarla WADA'ya başvurup haklarını aradıkları da açık. Sonuçta WADA'ın dönüp bizim Ulusal Doping Merkezimize senin test ölçüm ve değerlendirmende yanlış var dediği ve bizim merkezin de bunu kabul edip verdiği 'yasaklı madde kullanımı vardır' şeklindeki raporunu geri çektiği görülüyor.
Kendi kendime soruyorum; ne desem diye. Pek çoğunuzun bilmediği ya da hatırlamadığı başka vukuatları da oldu bu merkezin. Bir tanesinin içinde ben de bulunmuştum, anlatayım...
Bundan 5 yıl kadar önceydi Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yüzen bir sporcunun idrar numunesinde yasaklı madde Nandrolone tespit edilmiş ve olay yine A numunesi açıldıktan hemen sonra basına yansımıştı (Diana Taurasi olayında da aynı yanlışla karşılaştık). Sonuçta o dönem Fenerbahçe Yüzme Şubesi sorumlusu benden bu konuda yardım istemişti. Yüzücü test öncesi doldurduğu açıklama formunda 'adet geciktirici' kullandığını (isim vermeden) beyan etmiş görünüyordu. Yüzücü ayrıca ısrarla ilacı kullanmadan önce Türkiye Doping Kontrol Merkezi sitesindeki yasaklı madde listesini kontrol ettiğini ve bu maddeye rastlamadığını, bunun üzerine bu ilacı aldığını söylüyordu. Sitedeki listeyi ben de kontrol ettim, gerçekten de ilacın kendisi ya da etken maddesini içermiyordu. Sonra bir de WADA Prohibited List orjinalinden kontrol edeyim deyince...
Orada dehşete düştüm.İlacın etken maddesi listede vardı!!! Nasıl böyle bir şey olur diye araştırmaya başladım ve sonuçta Türkiye Doping Kontrol Merkezi internet sitesinde bulunan listenin önceki yıllara ait (yani eski ve yürürlükten kalkmış) liste olduğunu saptadık. Fenerbahçe Spor Kulübü ve sporcunun yasal temsilcisi sonuçlara itiraz etti ve yüzücü temize çıktı.

Görünen bu merkezin aralıklı da olsa ciddi hata yapma potansiyeli olduğu ve daha önemlisi bu hatalar sonucunda ciddi kayıplara yol açtığı. Çalışma ortamını ve çalışanları 5-6 yıl önce görmüştüm. İşlerini doğru yapmaya çalışan, iyi niyetli profesyonellerdi. Hiç bir art niyet içinde olduklarını da düşünmüyorum (A numunesi sonuçlarının basına sızdırılması dışında !!!) ama merkezde süreçlerin işleyiş ve sonuçlandırılmasında (yani yönetsel) bazı sorunlar olduğu bu iki olayda açık seçik ortaya çıkıyor.

Bir de bu olayın uluslararası kamuoyunda yansımaları ve özelde Türk Sporu, genelde ise Türkiye imajına nasıl bir katkısı olacağını düşünün. Bu konuya hiç girmek istemiyorum ancak arzu eden http://www.slamonline.com/online/other-ballers/womens/2011/02/diana-taurasi-handled-doping-allegation-with-class-integrity/  adresinden bir örneğini görebilir.

Sonuçta yine bir şekilde kendi bacağımıza kurşun sıkmayı başardık, bakalım bu olayın Türk Sporu ve Türkiye Doping Kontrol Merkezi üzerinde ne gibi etkileri olacak, yaşayıp göreceğiz...


8 Şubat 2011 Salı

Tedavide Yeni Bir Renk : Kinesiotape

Kinesiotape (KT) 1970'li yıllarda Kenzo Kase tarafından Japonya da uygulanmaya başlamış bir bantlama tekniği ve son yıllarda spor müsabakalarında sıklıkla gözünüze çarpıyordur. Bugün popülerliği giderek artan ve eminim 'bu renkli bantları niye yapıştırmaya başladılar?' diye kendi kendinize sorduğunuz Kinesiotape uygulaması ile ilgili bilgi ve deneyimlerini bizimle paylaşması için fizyoterapist Çetin Sayaca'ya blogda yer vermek istedim. Buyurun... 

KT enine esneme özelliği olmaksızın boyunun %140' ına kadar esneyebilen özel bir şekilde dokunmuş pamuklu kumaştan üretilen bir çeşit bant. Lateks içermediğinden alerjik değil ve kumaşın özelliği nedeniyle cildin nefes almasına izin veriyor. Ama tecrübelerim doğrultusunda beyaz tenli ve teni hassas kişilerde az sayıda da olsa kaşıntı meydana gelebildiğini söyleyebilirim. Suya dayanıklıdır, yüzerken veya banyo yaparken de rahatlıkla kullanılabilir. 2-5 gün arasında etkili olabilmektedir. Yapıştırılan bant çıktığında veya çıkarıldığında tekrar uygulanamamaktadır, yeniden değerlendirilip uygulama yapılması gerekmektedir. 

4 farklı rengi bulunan KT' in renkleri arasında bir farklılık yoktur. Tavsiyem tedavinizde size sıcak gelen ve uygulandığında daha fazla fayda sağlayacağını düşündüğünüz rengi kullanmanızdır. Örneğin; sporcular siyah tercih etmektedirler çünkü siyah gücü temsil eder ve rakiplere gözdağı verir.

KT uygun anatomi ve uygulama tekniği dışında, sıradan bantlar gibi yapıştırıldığında herhangi bir etkisinin olmadığını gösteren bir çok çalışma vardır. Bu yüzden KT uygulanırken ''neden-nereye-nasıl'' sorularına yanıt aranmalıdır. Kısaca her uygulama öncesi yapılan değerlendirme sonucu uygulama yapılması bu bandın mucizesini ortaya çıkarmaktadır. Mucize dedim ama, aslında bu bant kendi başına değil, rehabilitasyon sürecinin bir parçası olarak mucizesini göstermektedir. Tedavide olduğu gibi müsabaka öncesi ve sırasında da koruyucu olarak sporcularda uygulanabilmektedir.



Kinesiotape'in kullanım amaçları;
  • uygulama bölgesine farkındalığı artırdığından, eklem-kas-tendon ve bağları desteklediğinden: koruyucu,
  • cilt altındaki yumuşak dokuda meydana getirdiği kavitasyon ile dolaşımı hızlandırıcı,
  • ağrıya sebep olan maddelerin uzaklaşmasını sağlayarak ağrıyı azaltıcı,
  • ödemi azaltıcı,
  • kas spazmını çözücü,
  • kas iskelet sistemini destekleyici olarak kullanılmaktadır.

Yukarıda sayılan amaçlara uygun olarak uygulandığı durumları ise şöyle sıralayabiliriz;
  • kas-tendon yaralanmaları,,
  • eklem ve bağ yaralanmaları,
  • bel-boyun ağrıları,
  • kas spazmı,
  • fibromiyalji,
  • lenfödem,
  • travma sonucu meydana gelen şişlik ve morarma,
  • sinir sıkışmaları,
  • eklem rahatsızlıkları,
  • hamilelikte görülen bacak krampları ve şişlikler.
Yukarıdaki listeyi uzatmak tabi ki mümkün. Daha öncede bahsettiğim gibi ''neden-nereye-nasıl'' sorularına cevap verildikten sonra kullanımda hiçbir yan etkisi yok.

Acaba kas kuvvetini artırıyor mu? 
Bu sorunun cevabında olumlu yönde destekleyen yeterli çalışma olmamakla beraber, kasın kasılabilme süresini olumlu yönde etkilediğini gösteren çalışmalar mevcut. Bu yüzden egzersiz ile birlikte kullanımı daha verimli olacaktır. Özellikle kas ve bağ yaralanmaları sonrasında ki toparlanma sürecinde rehabilitasyon programına dahil edilebilir.

Kısaca kinesiotape yaralanmadan korunmak, rehabilitasyon sürecine katkıda bulunmak için kullanılabilen bir bantlama yöntemidir. Ancak etkisini gösterebilmesi için anatomi ile uygulama tekniğin örtüşmesi gerekmektedir. Bu da ülkemizde yapılan eğitim kurslarına katılmış, uygulama bilgi ve becerisine sahip uzmanlar tarafından uygulanması ile mümkündür.
Tedaviniz renkli olsun...

4 Şubat 2011 Cuma

Spor yapın:peki ama nasıl ve ne kadar?

İşim gereği spor ve egzersiz ile ilgiliyim. Gün geçtikçe daha fazla insanın spor yapmaya çabaladığını ve egzersizin yararlı etkilerinden haberdar olduğunu görmek de hoşuma gidiyor doğrusu. Ancak insanların neyi ne kadar yaptıklarında yeterli olacağını bilmemeleri gereğinden fazla para harcamalarına ve egzersiz kaynaklı sakatlıklar yaşamalarına neden oluyor.

Spor yapmak yani düzenli olarak bir egzersize katılım tartışılmayacak pek çok faydası olan bir durum;

  • Kanser, kalp krizi ve felç gibi bir çok hastalığın görülme riski düzenli egzersizle azalıyor,
  • Egzersiz ruh sağlığı üzerinde belirgin iyiliğe neden oluyor (stres ve anksiyeteyi azaltıcı etkisi var),
  • Kilo kontrolüne faydası var,
  • Daha kaliteli uyku sağlıyor,
  • Enerji düzeyinizi arttırıyor ve cinsellik başta olmak üzere pek çok hayat aktivitesinde iyileşme sağlıyor,
  • Yaşamınıza eğlenceli bir renk katıyor.




Egzersiz yapalım, tamam  ama ne kadar ve nasıl ?
Aslında bunun cevabını uzmanlar uzun zaman önce verdiler. 2007'de American Heart Association (AHA) ve American College of Sports Medicine (ACSM) 65 yaş altı sağlıklı yetişkinlerde  egzersizin yukarıda saydığım yararlı etkilerinden faydalanmak için egzersiz önerilerini şöyle sıraladılar;

  1. Haftanın en az 5 günü 30 dakika ve üzeri orta yoğunlukta aerobik egzersiz,
                                                ya da
     2. Haftanın en az 3 günü 20 dakika ve üzeri yoğun aerobik egzersiz,

                                                 ve
     3. Haftada 2 kez 8-10 farklı kas grubuna yönelik 8-12 tekrarlı 1 set olarak ağırlık çalışması.

Aslında bu kadar basit. Basit ama 'orta yoğunlukta ya da yoğun aerobik egzersiz nedir ve nasıl yapılır?' sorusunun cevabını bilmek kaydıyla. Orta yoğunlukta egzersize kalp hızını belirgin arttıran ve hafif terlemeye neden olan ancak solunumu fazla hızlandırmayan (egzersiz sırasında sohbet etmenize izin veren) tempolu/canlı yürüyüş ya da düşük tempoda kondisyon bisikleti kullanımı örnek verilebilir. Yoğun egzersize ise kalp ve solunum hızında belirgin artışa neden olan jogging (hafif tempo koşu) ya da yüzme örnek verilebilir.
Ben çok yoğunum egzersize ayıracak 30 dakikam yok diyorsanız onun da kolayı var; 10 dakikadan kısa olmamak kaydıyla yapılan orta yoğunluktaki egzersizleri gün içinde 3-4 kez yaparak 30 dakikalık tek bir seansın gösterdiği faydayı sağlamak da mümkün. Öte yandan egzersiz ile sağlık arasında bir doz-yanıt ilişkisi olduğu yani egzersizin ne kadar çok yapılırsa o kadar faydası olacağı da unutulmamalı. Eğer hiç bir sağlık sorunu olmayan bir yetişkinseniz orta yoğunlukta egzersiz programına başlamadan önce bir sağlık kontrolünden geçmenize de gerek yok. Ancak yoğun egzersiz yapmayı düşünüyorsanız durum farklı; erkekler için 40 yaş kadınlar için 50 yaşından sonra spor ve egzersiz tıbbı konusunda uzman bir doktorun kontrolünden geçmek ve onun önerilerini uygulamakta fayda var.





Bundan sonrası sebat etmek ve devamlılık göstermek... de bu o kadar kolay olmuyor. Çalışmalar gösteriyor ki spora başlayanların önemli bir kısmı spora devam etmiyor ya da gelgitlerle seyreden bir durum ortaya çıkıyor. Bunun belli başlı nedenleri sıkılmak ve sporun yararlı etkilerini gözleyememeye bağlı motivasyon kaybı.
Bu zorlukları aşmanın da bazı yolları var;

  • Ulaşılabilir ve gerçekçi hedefler koymak; amacın egzersizin yararlı etkilerinden faydalanmak olduğunu hep akılda tutarak basit ve kolay gerçekleştirilebilecek hedefler koyarak işe başlamakta fayda var,
  • Sevdiğiniz ve eğlenceli bulduğunuz spor ya da aktiviteleri seçip bunları dönüşümlü yaparak sıkılmanın önüne geçin ve motivasyonu yüksek tutun,
  • Egzersize başlarkenki hedeflerinizi bir kenara yazıp aralıklı bunları gözden geçirmek motivasyonunuzu yüksek tutmanıza yardım edebilir,
  • Grup aktiviteleri organize etmeye çalışın; çocuklarınızla futbol oynamak, eşinizle yürüyüş devamlılığınızı arttırabilir,
  • Kendinizi ödüllendirin; egzersiz sonrası bir keyif çayı ya da belki küçük bir kek ya da yeni bir spor ayakkabının sandığınızdan fazla faydası olabilir, 
  •  Egzersizi günlük rutininizin bir parçası haline getirmeye çalışın ama bazen 1-2 günlük ara verebilecek kadar da esnek olun; bazen 2 adım ileri gitmek için 1 adım geri çekilmek gerekebilir!
Sporun sağlık üzerindeki olumlu etkilerini hatırlamanız ve spordan uzak kalmamanız dileğiyle, unutmayın:
'Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur'.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Rakamlar Üzerinden Bir Arda Turan Analizi




Bugün çeşitli gazeteler ve internet sitelerinde 'Galatasaray'da Arda şoku' başlıklı haberler gözüme çarptı. Haberlerde Arda Turan'ın ameliyat olmadığı taraftaki kasık ağrıları nedeniyle 2 gündür doktorlar tarafından dinlendirildiği ve hafta sonu Bursaspor maçında oynamasının şüpheli olduğu söyleniyor.

Biliyorum ben de dahil pek çoğumuz için kabak tadı verdi Arda Turan'ın sağlık durumu ama haberlerin altındaki yorumlar beni aşağıdaki satırları yazmaya zorladı doğrusu;
Arda Turan 23 yaşında bir profesyonel sporcu ve son 5 yıldır üst düzeyde spor yapıyor. Bu yıla (2010-2011 sezonu) kadar Galatasaray'da sırasıyla 36(2006-2007), 44(2007-2008), 41(2008-2009) ve 47(2009-2010)  resmi maç oynamış. Ayrıca aynı sürede Milli Takım'da 42 maça çıkmış. Yani senede en az 45 resmi maça çıkmış ve sakatlık öncesi son yılda bu sayı 55'e  ulaşmış. Hazırlık maçlarını da katarsak bu sayı sezonda 50-60 maç demek. Sonuçta Arda Turan ortalama bir profesyonel sporcuya göre sezon başına  daha fazla maça çıkmış ve daha fazla yıpranmış.

Arda Turan'ın fiziksel yapısı açısından bakıldığında hemen göze çarpan bir özelliği var: bacakları gövdesine göre oldukça kısa. Bu adım uzunluğu adını verdiğimiz her adımda kat ettiği mesafenin kendi boyundaki futbolculara ve kendinden uzun futbolculara göre daha kısa olduğu anlamına geliyor. Arda Turan'ın pozisyonu icabı genellikle kendinden uzun futbolcularla mücadele ettiği bir gerçek. Özetlersek Arda mücadele ettiği futbolcu ile aynı mesafeyi kat etmek için daha çok adım atmak zorunda kalıyor.
Bir de Arda Turan'ın futbol stilinden kaynaklanan bazı riskleri var; Arda tarz icabı çok yön değiştirerek ve ani hareketlenme ve duruşlarla oynayan bir futbolcu.Ani yön değiştirmeler ve duruşlar özellikle üst bacak( özellikle kasık ve arka uyluk) kaslarına ek zorlanmalar getiren durumlardır ve bu bölgelere normalin üzerinde yaralayıcı güçler bindirir.



Arda Turan ile rakiplerinin bacak uzunluklarına dikkat!!!

Bunun dışında Arda Turan'ın sakatlığa yatkınlığını arttıran başka nedenleri de saymak mümkün; daha fazla sert ve kusurlu müdahalelere maruz kalması, futbol sahalarımızın durumu vs., vs.

Arda Turan sakatlık öncesi son 4 yılda ortalama bir profesyonel futbolcudan hayli fazla sayıda maç oynamış, fiziksel  ve futbol stilinden kaynaklanan bir takım özellikleri nedeniyle sakatlık riski artmış bir profesyonel sporcuydu ve sonuçta sakatlandı. Sporcu da insandır ve hastalanıp sakatlanabilir!!!  Üstelik sakatlık profesyonel sporun içinde olan bir olgu.

Dikkat ederseniz haber yorumlarında ve hemen her yerde ilk bahsedilen şeyden yani Arda Turan'ın özel yaşamından hiç bahsetmedim.Çünkü yaşadığı sakatlıkta yukarıda saydığım diğer etkenlerin her birinin en az özel yaşamı kadar ve hatta daha fazla önemli olduğuna inanıyorum. Özel yaşamının Arda Turan'ın sakatlıkları üzerinde etkisi var mı yok mu bilemem ancak bunu kendisi ve sorunla  ilgilenen hekimler dışında kimse de bilmez !!!. Bu konuyu konuşup tartışmanın da kimseye bir faydası olacağını sanmıyorum.

 Öte yandan bana sorarsanız ' Arda Turan'ın sakatlık süreci doğru şekilde yönetildi mi?' diye, bununla ilgili düşüncelerimi de bir süre önce yazdığım  'Arda Turan'dan sonra sporcu sağlığı' yazımda bulabilirsiniz.

11 Ocak 2011 Salı

Çocuklar da Spor Yapar

Evet çocuklar da spor yaparlar hem de sandığınızdan daha çok ve daha zorlu koşullarda. Rakamlar gün geçtikçe daha fazla çocuğun özellikle müsabık düzeyinde spora katıldığını söylüyor. Ayrıca organize spora katılım yaşı gittikçe düşüyor,  üstelik çocuklar bu süreçte giderek daha fazla yüklenmeye maruz kalıyorlar.

Çocukluk çağında sporun profesyonel sporda olmayan başka sorunları var; anne ve babanın karar verici (kimi zaman aşırı baskıcı) rolü, çocuğun gelişmekte olan iskeletinin getirdiği sorunlar, kaliteli sağlık hizmetine ulaşımın son derece kısıtlı olması, sporda kullanılan malzeme ve zeminlerin uygunsuzluğu, koçların (genellikle zorunlu olarak) sağlık sorunlarında karar verici rolü oynamaları vs., vs...




Öncelikle şunu söylemek lazım: çocuklar minyatür yetişkinler değillerdir. Hızla büyüyen bir kas iskelet sistemleri vardır ve bu nedenle yetişkinlerde görülmeyen bazı sorunlara daha açıktırlar (örneğin spondilolisis  ve osteokondrozlar). Ayrıca özellikle hızlı büyüme dönemlerinde belirginleşen koordinasyon sorunları spor sakatlıklarına yatkınlıklarını arttırır. Bu nedenle çocukluk ve erken ergenlik dönemlerinde aşırı yükleyici olmaktan kaçınıp oyunun ruhuna, kurallarına ve temel atletik becerileri geliştirmeye odaklanan bir spor/egzersiz katılımı çok daha uygundur.

Burada çocuk/ergen sporcularda diğer pek çok sorun dışında gözlemlediğim iki önemli soruna değinmek istiyorum;

  • Aşırı yönlendirici ve baskıcı ebeveyn: anne babalar genellikle iyi niyetle; bazen  kendilerinin ulaşamadıklarına ulaşmaları bazen daha başarılı olmaları için, çocuklarına psikolojik yükler getirecek baskılar uygulayabiliyorlar. Bundan kesinlikle kaçınmak lazım çünkü bu sandıkları gibi başarıyı getiren değil tam tersi sonuçlar doğuran bir tutum. Çocuk yaptığı spordan uzaklaşabiliyor ya da yaşamının diğer alanları ve dönemlerinde sorunlar ortaya çıkabiliyor. Anne babalar eğer ebeveynlik ile koçluk ayrımını yapamayacakları şüphesi taşıyorlarsa asla çocuklarının antrenörlüğüne soyunmamalı. 
  • Koçlar genellikle çocukluk çağı sporlarındaki yetersiz organizasyon, sağlık ve destek personeli eksikliği nedeniyle sağlık sorunları da dahil tek karar verici gibi davranıyorlar. Bu özellikle sağlık sorunlarında erken tanı ve tedaviyi güçleştiren bir durum. Ayrıca başarılı olma baskısı altındaki antrenörlerin bazen yanlış kararlar verdiği de oluyor.  


    Sorunun büyüklüğünü bazı sayılarla ortaya koymak gerekirse (maalesef rakamlar bizden değil A.B.D.'den):

    1. A.B.D.'de her gün 8000  çocuk sporla ilişkili yaralanmalarla acil servislere başvuruyor,
    2. Lise çağı sporcuları yılda 2 milyon civarında sakatlık yaşıyor ve 500.000 doktor ziyaretinde buluyorlar,
    3. Lise çağı sporcuları üniversite çağı sporcularına göre Amerikan Futbolunda 3 kat daha fazla sakatlanma riski taşıyorlar,
    4. Kız basketbol oyuncuları erkeklere göre 240% daha fazla kafa travması ile karşılaşıyorlar.
    5. Organize spordaki sakatlıkların 62%'i antrenman sırasında ortaya çıkıyor.
    6. Liselerin ancak 42%'inde sporcu sakatlıkları konusunda erişilebilir bir hizmet veriliyor ve 47%inde yeterli sağlık personeli (hemşire) bulunmuyor.
    7. A.B.D'de 2009'da 48 çocuk ya da genç spora bağlı olarak hayatını kaybetmiş. Bunların yarısı kalp krizi nedeniyle olmuş. 
    A.B.D. bize göre daha kalabalık ancak daha organize, bu nedenle bizim daha iyi durumda olduğumuzu sanmıyorum. Büyük olasılıkla çok daha ciddi bir tablo ile karşı karşıyayız. Yukarıdaki rakamlara bakınca çocuklarımızın yetişkin ve genç sporculara göre daha fazla sakatlanma riski taşıdığını, bu sakatlıkların profesyonel spordakinin aksine antrenmanda olma olasılığının daha yüksek olduğunu, kızlarımızın erkeklere göre kafa travmasına maruz kalma riskinin çok daha yüksek olduğunu ve bütün bunlara rağmen  sağlık hizmetine erişimin profesyonel spora göre çok sınırlı olduğunu söylemek mümkün.

    Peki ne yapmalıyız?;

    • Çocukluk çağında spora katılım öncesi sağlık muayenelerini çok daha ciddiye alarak yapmalı ve en kısa sürede bunu sağlam bir yasal bir zemine oturtmalıyız.
    • Kullanılan malzeme ve spor yapılan zeminlerin çocuklara uygunluğu ile ilgili kesin düzenleme ve kriterler getirilmeli,
    • Müsabakalar başta olmak üzere her kademede yeterli sağlık personeli desteği için gerekli düzenlemeler yapılması ve kaynak ayrılması için özellikle anne babalar tarafından yetkililere baskı yapılmalı,
    • Çocukluk çağı sakatlıkları ile ilgili bilimsel araştırmalar desteklenmeli ve bunun için kaynak ayrılmalı,
    • Antrenörler başta olmak üzere anne-baba ve sporcular sakatlıkların önlenmesi ve tedavisi konusunda eğitilmeli, özellikle 'ağrı ile oynamak' gibi çok yaygın bir hatayı engellemek için elimizden geleni yapmalıyız.  

    Spora aktif katılımın çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişiminde büyük yararları var, bu yararları en yükseğe çıkarmak ve hoş olmayan sürprizlerle karşılaşmamak için  en büyük rol anne babalara düşüyor sanıyorum

    7 Ocak 2011 Cuma

    Pilates: popüler bir egzersiz sistemi

    Pilates hem hastalarıma sıklıkla önerdiğim ve hem de hastalarımın giderek daha çok katıldıkları bir egzersiz sistemi olarak beni bu konuda bir şeyler yazmaya zorladı desem abartmış olmam!!!
    Pilates tarihçesi çok eski olmayan ve ilk kez 1920'li yıllarda Joseph Pilates tarafından tanımlanmış ve uygulanmış bir egzersiz sistemi. 20.yüzyılın sonlarına kadar daha çok bale ve dans ile uğraşanların katıldığı bir aktivite olarak kalmış. Spor hekimliğinde yapılan çalışmalar ile önemi kanıtlanan core (çekirdek-derin karın ve bel kasları) kuvveti ve dengesini arttıran bir egzersiz sistemi olarak ön plana çıkması ile popülerliği artmaya başladı. 'Core' olarak adlandırılan yapı karının derin kasları, bel ve kalça çevresi kasları ile bunları destekleyen bağlardan oluşuyor. Pilates temel olarak bu yapıların kuvvet, kontrol ve dizilimini geliştiren bir egzersiz sistemi.

    Pilates sisteminin 6 temel prensibi bulunuyor. Bunlar;

    1. Odaklanma: vücudun merkezine odaklanmayı ifade ediyor. Pilates kaburgalar ile leğen kemiği arasındaki bölgeyi bir güç merkezi olarak kabul ediyor ve tüm pilates egzersizleri kaynağını buradan alıyor.
    2. Konsantrasyon:  tüm konsantrasyonun egzersize verilmesi ve bu şekilde en yüksek verimin alınabileceğini ifade ediyor.
    3. Kontrol: egzersizler tam bir kas kontrolü ile yapılmalı.
    4. Keskinlik: tüm hareketler boyunca tam bir farkındalıkla tüm vücut parçaları doğru pozisyonlanmalı.
    5. Nefes: tüm egzersizler sırasında nefes ile koordinasyon önemli. Doğru nefes kullanımı Pilates sisteminin önemli bir parçasını oluşturuyor. 
    6. Akış: egzersizler akıcı bir şekilde yapılmalı, akışkanlık ve rahatça yapmak egzersizlerden en yüksek kazanımı elde etmede önemli.
    Pilates vücudun kendi ağırlığı yardımı ile yerde egzersiz minderi üzerinde ya da temeli yay ve makara sistemlerine dayanan pilates makineleri kullanılarak iki farklı şekilde yapılabiliyor. Burada en önemli şey uygun eğitimi almış eğitmenin birebir ilgisi ve uyarıları ile yukarıdaki prensiplere sadık kalarak egzersiz programını uygulamak!!!  Pilates özelliği itibarıyla bir rezistif egzersiz sistemi, yani tür olarak ağırlık çalışmaya koşmak ya da bisiklete binmekten daha yakın bir egzersiz.

    Pilates yaparken eğitmenin vücut ve kasların pozisyon ve aktivitelerini görmesi açısından üzerinize oturan kıyafetler giymenizi tavsiye ederim. Ayrıca çok bol kıyafetler özellikle makineleri kullanırken kıvrılıp bükülerek rahatsızlık yaratabilir. Egzersizler ayakkabı giymeden çıplak ayakla ya da çorapla yapılıyor.

    Pilatesin özellikle bel ile ilgili sorunları olan kişilerde ağrı ve fonksiyon  üzerinde yararlı etkileri olduğunu bildiren çok sayıda bilimsel çalışma var. Ayrıca bazı spor sakatlıkları sonrasında rehabilitasyonda kullanıldıklarında yeniden sakatlanmayı önlediklerini gösteren yayınlar da bulunuyor. Ancak pilatesin zayıflatıcı bir egzersiz olduğunu söylemek mümkün değil.

    Joseph Pilates tarafından tanımlanmış 34 orijinal egzersizden ikisini aşağıda görebilirsiniz:


    Egzersiz 1
    Egzersiz 2





















    Bilimsel olarak kanıt olsun ya da olmasın pilates programlarına katılanların gözlemledikleri kazanımlarını şöyle sıralayabilirim;

    • Daha güçlü bir 'Core'- karın ve bel/kalça kasları,
    • Daha ince-fit bir görünüm,
    • Daha esnek bir vücut,
    • Daha iyi bir duruş-postür,
    • Azalmış sakatlık ihtimali,
    • Ruhsal rahatlama ve azalmış stres,
    • Daha iyi bir vücut dengesi,
    • Vücudunuza yönelik farkındalıkta artış,
    • Bel, sırt ağrılarında azalma.
    Pilates iyi bir eğitmenin gözetiminde herkes için uygun bir egzersiz sistemidir. Ancak özellikle kas iskelet sistemi ile ilgili sorunları (bel ya da boyun fıtığı gibi) ve hipertansiyon başta olmak üzere kalp damar sistemi ile ilgili sorunları olanların spora başlamadan önce bir hekime danışmasını öneririm.
    Unutmayın düzenli ve doğru yapılan egzersiz yaşamın kalitesini ve süresini uzatır!!!
    
    

    5 Ocak 2011 Çarşamba

    İliotibial Band Sürtünme (Friksiyon) Sendromu; sıklıkla göz ardı edilen bir sorun

      Bugün spor ile ilgili popüler tartışmaların dışında bir konuya değinmek istedim. Açıkçası bloga başlarken amaçlarımın başında bu tür üzerinde durulmayan konulara dikkat çekmek ve çözümleri hakkında önerilerde bulunmak da vardı. Ancak ülkemiz sporunun gerçek sağlık sorunları dışında o kadar çok aksayan yönü var ki (sağlık yapılanmasındaki organizasyonsuzluk ve yasaklı madde kullanımı gibi) doğrusu ana konulara çok sınırlı olarak değinebilmişim.


                                                  
                                                                                             İTB Sendromu Ağrı Bölgesi

    İliotibial band (ITB) friksiyon sendromu koşucularda en sık görülen dizin dış tarafında ortaya çıkan ağrı nedenidir. ITB’ın lateral femoral epikondile tekrarlayan sürtünmesi sonucunda ortaya çıkan kronik inflamasyon (iltihabi reaksiyon) ile oluşur. Spor yapanlarda görülen bacak sakatlıkları arasında 22%’ye kadar çıkan oranlarda görüldüğü bildirilmekte.

    Koşu, bisiklet gibi sporlarda tekrarlayan dizin bükülüp düzelmesi (fleksiyon/ekstansiyon)sırasında ITB arka liflerinin femur epikondiline tekrarlayan sürtünmeleriyle başlar. Bu olay özellikle diz yaklaşık 30 derece bükülmüşken koşu sırasında ayağın yere temas ettiği ilk anda oluşur. Olay hemen daima bir aşırı kullanma/yüklenme yani overuse sakatlığıdır.

    Oluşmasında hem dahili ve hem de harici faktörler rol oynar, bunları şöyle sıralayabilirim:
    1. Koşu mesafe ve sıklığında ani artış,
    2. Sporda deneyim eksikliği,
    3. Yokuş aşağı koşma,
    4. Pistte aynı yönde uzun süre koşmak,
    5. Uzun mesafeler koşmak,
    6. Kalça kaslarında kuvvet eksikliği,
    7. Bacak uzunluk farkı,
    8. ITB gerginliği, diz ve ayaktaki anatomik bozukluklar.
    ITB Sendromunda dizin dış tarafında (eklem mesafesinin 2-3 cm. üzerinde) yanıcı ya da keskin ağrı en önemli yakınmadır. Başlangıçta/hafif olgularda egzersiz ile ortaya çıkıp istirahatte geçerken, sonrasında günlük aktiviteler ve otururken de olmaya başlar. Şiddetli  durumlarda ağrı olan bölgede şişlik ve hareketle gıcırtı benzeri ses olabilir. Bu hastalıkta iyi bir fizik muayene ve etki edebilecek yukarıda saydığım tüm faktörlerin fizik muayenede değerlendirilmesi tanı koydurucudur ve tedavinin başarısı için de önemlidir. ITB Sendromu tanısı öykü ve fizik muayene ile konur. Özellikle popülerliği zirve yapmış olan ve kanımca gereksiz tetkiklerin en önemli örneği olan Manyetik Rezonans Görüntülemesi (MRI) sadece tanıda şüphe olan ve ya eklem içi sorun şüphesi olanlarda başvurulması gereken bir yöntemdir. Çünkü MRI da ITB normal olabilir ayrıca MRI görüntüleri ile yakınmalar arasında bir paralellik de yoktur




    ITB Sendromu tedavisini bir kaç evreye ayırabiliriz;
    1. Akut evre: Amaç ağrı ve şişlik gibi bulguları kontrol altına almaktır. Bu nedenle egzersiz ve sporun yoğunluğunun azaltılması şarttır . Hafif olgularda aktivitenin yakınma başlatan süre ya da mesafenin altına indirilmesi, ağır olgularda ise aktivitenin kesilerek yüzme(sadece kolla) gibi alternatif aktivitelere geçilmesi önerilir. Bu aşamada buz tedavinin önemli kısmıdır.(1-2 saatte bir 10 dk). Ağrı kesici, anti-romatizmal ilaçlar özellikle tedavinin ilk haftasında faydalı olabilir.
    2. Subakut evre: bu evrede anatomik bozukluklar ve kas gerginliklerinin tanımlanması ve çözümlenmesi yapılmalıdır. Germe egzersizleri bu aşamanın temelini oluşturur. Ayrıca masaj ve fizyoterapi cihazları ile tedavilere de başvurulabilir.
    3. Kuvvetlendirme evresi: kas kuvvetsizlikleri (özellikle kalça kasları) aşılmaya çalışılır. Başlangıçta yan yatarak bacak kaldırma ile başlanarak tek bacak squat egzersizi ile devam edilir . Daha sonra lunge egzersizi de uygulanabilir. Başlangıçta 5-8 tekrar ile başlanarak daha sonra 2-3 set halinde 15 tekrara ulaşılmaya çalışılır. Egzersizler her iki bacağa da uygulanmalıdır.
    4. Sahaya/Aktiviteye dönüş: hasta tüm egzersizleri doğru şekilde ve ağrısız yapabilecek duruma gelince spora başlamasına izin verilir. Genellikle 6 haftalık tedavi sonunda tam iyileşme sağlanır. Geri dönüşte gün aşırı koşu ile başlanır, yokuş aşağı koşuya izin verilmez. Başlangıçta yüksek hızda (sprint) koşulur, çünkü koşu hızı arttıkça dizde 30 dereceden fazla bükülme ile ayak yere temas ettiğinden ITB sendromuna yol açma ihtimali azalır. 3-4 hafta içinde tedrici olarak aktivite arttırılır.Cerrahi tedavi ancak yukarıda özetini verdiğim tedaviye cevap vermeyen az sayıda hastaya uygulanır. Temel olarak sorunlu bölgenin çıkarılması ya da ITB boyunun uzatılmasına yönelik teknikler uygulanır.
    Yazının başlığında da söylediğim gibi ITB Sendromu biraz ihmal edilen ve hatta ciddiye alınmayan bir sorundur. Sıklıkla uzun mesafe koşucuları (özellikle krosçularda ve uzun mesafe pist koşucularında) başta olmak üzere aerobik-dayanıklılık sporları yapanlarda görülür. Tedavisinin en temel üç noktası erken tanı, altta yatan etkenlerin doğru tanımlanması ve düzeltilmesi ile sporcunun spora dönüşte sabırlı olarak gereğinden erken dönüşten kaçınmasıdır. Aslına bakarsanız bu saydığım üç faktör tüm spor sakatlıklarının tedavisinde önemlidir ve sporla ilgilenen herkes tarafından tekrar tekrar hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır. Spor ve egzersizi bir yaşam biçimi haline getirmiş herkese 2011 yılında sakatlıktan uzak sağlıklı bir yaşam diliyorum.