13 Eylül 2010 Pazartesi

Doping Üzerine (2009)

Burada 2009 yılı içerisinde kaleme aldığım sporda doping ile ilgili yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın Mert Aydın'ın 'Gen dopingi üzerine' başlıklı yazısı çoktandır yazmak istediğim bu konu üzerine beni cesaretlendirici ve yol gösterici bir kaynak oldu. Görevim nedeniyle sıkça karşılaştığım bu konuda sadece halkımızın değil konunun içinde bulunan profesyonel ve amatör tüm kişilerin ne kadar sınırlı bilgisi olduğu gerçeği beni başlangıçta oldukça şaşırtmıştı doğrusu. Uzun süredir bu konu hakkında bildiklerimi paylaşma isteğim bu durumdan kaynaklanıyor. Buna bir de daha bir iki gün önce internet sitelerine düşen 'Kewell'de yasal doping çıktı' haberleri ve buna okurların yorumlarını da eklediğim de böyle bir yazının tam sırasıdır diye düşündüm.

Öncelikle dopingin sporun çok eski ve yaygın bir sorunu olduğunu söylemek gerek. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) dopingi 'sporcunun sağlığına zararlı ya da performans arttırıcı bir maddenin kullanımı ya da yasaklı bir maddenin ya da yönteminin sporcunun vücudunda saptanması' olarak tanımlıyor. Sporda dopinge bağlı ilk ölümün İngiliz bir bisikletçi'nin trimethyl aşırı dozuna bağlı olarak 1896'da bildirildiğini söylersem olayın hem tarihçesini ve hem de sporcu sağlığı açısından ne derece önemli olduğunu yansıtmış olurum sanırım.

Genel olarak doping'in tarihçesine baktığımızda olay performans arttırıcı bir maddenin bulunması ve bunun kullanımını takiben bu maddeyi saptayan bir testin zaman içinde tanımlanması şeklinde gelişiyor. Örneğin halen en yaygın doping maddesi olan anabolik steroidlerin 1950'li yılların başından bu yana kullanıldığı bilinse de buna yönelik ilk güvenilir test yöntemi ancak 1974'de tanımlandı. IOC (uluslararası olimpiyat komitesi) ise bu türden maddeleri 1975'de kullanımı yasaklı ilaçlar listesine ekledi. Yine adını sıkça duyduğunuzu sandığım eritropoetin(EPO) 1990'lı yılların başlarından itibaren doping maddesi olarak kullanılsa da ilk kez 2000 Sidney Olimpiyatları'nda bunu saptayabilecek test yöntemleri kullanılmaya başlandı.

Doping ve anti-doping savaşı aslında uzun süredir sürüyor ancak olayın uluslararası yasal bir zemin kazanması ve organize olarak dopingle mücadele 1999'da WADA'nın (Dünya Anti-Doping Ajansı) kurulması ile şekillendi. Günümüzde WADA her yıl başında yürürlüğe girecek bir yasaklı madde ve yöntemler listesi yayınlayarak konu ile ilgili tüm tarafları düzenli olarak bilgilendiriyor. Bu listeye WADA'nın resmi www.wada-ama.org/en  sitesinden ulaşmak mümkün. Ayrıca ulusal doping kontrol merkezleri yoluyla bu listenin ulusal dildeki haline de ulaşılabiliyor (Örneğin Türkiye için. http://www.tdkm.hacettepe.edu.tr  )

Burada sevindirici olan doping saptamaya yönelik hassas testlerin geliştirilme süresinin giderek kısalması sonucunda yukarıda verdiğim örneklerdeki dopingli maddelerin saptanamadığı 'kara pencereler'in giderek küçülmesi ve anti-doping savaşına medya ve toplumun giderek artan duyarlılığıdır.

WADA bu listedeki maddelerin tıbbi bir gereklilik durumunda önceden bildirilmesi ve doktor raporları ile kanıtlanması ve kullanılacak maddenin miktar, süre gibi detaylarının bildirilmesi şartıyla kullanımlarına geçici süreler ile izin verebiliyor. Harry Kewell'ın durumu da buna uyuyor, yani alacağı ilaç önceden sağlık gerekçesiyle hekim raporuyla kanıtlanmış ve adı konuyla ilgili yasal kurumlara bildirilmiş ve onayı alınmış. Dolayısıyla böyle bir konuda 'Kewell'da yasal doping çıktı' gibi bir başlık en azından hoş ve etik değil diye düşünüyorum.

Doping halen sporun en büyük sorunlarından biri. Sporcular başarmak ya da ödül kazanmak için, bazen diğer sporcuların da doping yaptığı düşündükleri için ya da arkadaş baskısı ile doping yapabiliyorlar. Gen dopingi de bu yasaklı yöntemler arasında ve bu konuya tıbbın ilgisi giderek artıyor, geniş katılımlı konferanslar düzenleniyor. Çünkü genetik faktörler başarılı bir sporcunun ortay çıkmasında belki de en önemli neden. Maalesef henüz bu tür bir dopinge karşı hassas bir test yok. Yani iş gene eğitime ve bilgilendirmeye kalıyor. Esas olan 'ne pahasına olursa olsun başarmak' diyen değil 'önce spor yapmak ve yarışmak diyen' gerçek sporcular yetiştirmeye çalışmak. Sporun parayla bu kadar iç içe olduğu bir dünyada bunun çok zor olduğunu biliyorum ama inanın bana savaş devam ediyor. Umarım dürüstlük kazanır.

Spor için... Hepimiz için...

3 Eylül 2010 Cuma

Aydın Örs ile Söyleşi (2008)

Burada sayın Aydın Örs ile 2008 yılı içinde yapmış olduğum profesyonel sporda antrenörlük ve sağlık organizasyonu ile ilgili söyleşiyi paylaşmak istiyorum. Bu söyleşinin bir kısmı Acıbadem Sağlık Grubu'nun süreli yayını olan Güncel Sağlık Dergisinin Aralık 2008 sayısında 'Aydın Örs, başarının sırrını anlattı' başlığı ile yayınlanmıştır. Bu vesile ile Aydın Hoca'ya engin bilgi ve deneyimlerini paylaştığı için bir kez daha teşekkür ediyorum.

HE: Aydın Hocam öncelikle bizimle konuşmayı kabul ettiğiniz için teşekkür etmek istiyorum. İzninizle okuyucuların bilgilerini tazelemesi açısından özgeçmişinizin ana hatlarını tekrarlayarak konuşmamıza başlamak istiyorum: 35 kez A Milli basketbol takımında oynadınız. 10 yıldan uzun süreli altyapı antrenörlüğü ve 20 yıla yakın A takım koçluğu yaptınız. Milli takım ile bir Avrupa 2.liği, Efes Pilsen ile 1 Koraç Kupası şampiyonluğu, yine Efes Pilsen ile 1 Avrupa Kulüpler Kupası 2. liği, Ümit Milli Takım ile 1. Avrupa 4. lüğü, Genç Milli takımlar ile 2 Balkan Şampiyonluğu, Efes Pilsen ve Fenerbahçe ile 6 kez Türkiye Basketbol Ligi Şampiyonluğu yaşadınız.

HE: Hocam başarılı bir antrenörü ortaya çıkaran etmenler nelerdir?
AÖ: Benim kendimce bir başarı modelim var. Bu modeli oluşturan faktörleri şöyle sıralayabilirim;
Çalışacağım kulübün bir hedefi olmalıdır. Bu hedef her kulüp için değişir. Ancak benim açımdan önemli olan bu hedefin sıradışı olmasıdır. Ben bunu zor ancak imkansız olmayan hedefler olarak tanımlıyorum.
İkinci aşama bu hedefe uygun ekibin oluşturulmasıdır. Bunu söylerken ekibin yeteneği ve donanımını kastediyorum. Buna uygun staff’ınız olmalı; basketbol geçmişi ve birikimi olan. Buna uygun iyi bir menajer olmalı; eğer seçme şansım varsa kendim seçmek isterim. Çünkü basketbolda seyahat organizasyonları, rakiplerin izlenmesi, hazırlık sürecinin organizasyonu ve oyuncuların sorunlarının çözülmesi gibi bir çok başka şeylerin de düzenlenmesi gerekli. Kondüsyoneriniz çok iyi olmalı. Sağlık ekibi de çok önemlidir; doktorun, fizyoterapist ve masörün uyumu ve bir ekip olmaları da çok önemliir. Aksi halde oyuncuya ekip içinden verilen farklı bilgiler sorunlar yaratabilir. Sağlık ekibi içinde beslenme ve psikoloji ile ilgili de düzenleme yapılmalı ve bu konunun uzmanları da ekip içinde olmalıdır.
Plan ve programa önem verilmelidir. Bu zamanı iyi ve yararlı kullanmak açısından önemlidir.
Takım içinde disiplin ve otorite mutlaka sağlanmalıdır. Burada katı kurallar koyup acımasız olmayı kast etmiyorum ancak belli ilke ve prensipleriniz olmalı ve bunların arkasında durmalısınız.
Bir diğer önemli faktör de olağanüstü çalışmak. Olağanüstü ya da sıradışı hedefler için olağan çalışamazsınız. Burada özellikle verimli çalışmaktan bahsediyorum. Önemli olan antrenman süresi değil içeriğidir.

Benim üzerinde özenle durduğum faktörlerden biri de takım olma anlayışını yerleştirmektir. Sporcuların egoları vardır, belki sorunları vardır. Bunların takımın önüne geçmeden ortak hedef doğrultusunda birleştirilmesi gereklidir. Takım olmak için bireyler oyun içinde ve oyun dışında yardımlaşmalıdır. Burada başarıyı olduğu kadar başarısızlığı paylaşabilmek de önemlidir. Değişik karakter, yaş ve milliyette insanları bir araya getirmek zaman alır. Ancak iyi ve kötü olaylarla yüzleşerek ve belli şeyleri başararak takım olunur.

Sonuncu faktör de asla vazgeçmemektir. Önünüze engeller koyarlar, hastalıklar ve sakatlıklar oluşur, yönetimle, basınla sorunlar yaşarsınız ve en yakınmalırınız bile ‘yeter! bunlarla neden uğraşıyorsun, bırak artık ‘ diyebilir. Ancak hedeften vazgeçmemek çok önemlidir.

HE: Hocam bir sezonu, antrenman ve maçları nasıl planlarsınız?
AÖ: Ben maçların başlama tarihinden 2 ay geriye giderek hazırlıkları planlarım. 8 haftalık bir hazırlık dönemi planlaması yaparım. Bunun ilk 3 haftası fizik kondüsyon ve fundemental çalışması ile geçer. Burada haftada 9-10 antrenman yaparak, ağırlık çalışması ve dayanıklılık çalışması ile hazırlanırız. Daha sonra toplu çalışmalar ve 3e 3, 4 e 4 çalışmalarla taktik çalışmaları yaparız. 4. haftadan itibaren hazırlık maçlarına başlar ve 10-15 arası hazırlık maçı planlayarak sezona hazır hale geliriz.

HE: Göreve başladığınızda oyunculara ve takıma yönelik attığınız adımlar nelerdir?
AÖ: Sezon başında mutlaka sporcuların sezon öncesi check-uplarının ve fiziksel testlerinin yapılması önemlidir. Sonuçlara göre bazı oyunculara özel antrenman, beslenme programları planlanmalıdır.Burada sağlık ekibine ve beslenme uzmanlarına çok iş düşer. Ben sezon öncesi ve sezon içi her oyuncuya haftalık programlarını veriririm. Çünkü sporcunun hayatını planlaması gerektiğine inanırım. Onların da ailesi, spor dışı yaşamları var ve ne zaman ne yapacaklarını bilmeleri gereklidir. Ayrıca malzeme ve kıyafet seçimi ve bunların uygun kullanımı da takım olma olgusunun bir parçasıdır: antrenman ve maç kıyafetlerinin ve seyahat kıyafetlerinin bir örnek olması gibi. Tabii bu staff için de geçerli.

HE: Söz takım olma olgusuna gelmişken takımdaşlık duygusu yaratmada antrenörün rolü nedir?
AÖ: Ben hiçbir zaman patronluk taslayan bir antrenör olmadım ancak hep prensiplerimin arkasında oldum. Burada önemli olan yetkileri paylaşmak ve staffda da takımdaşlık duygusu yaratmaktır. Onlara inisiyatif vermek ve yönetim sürecine ortak etmek çok önemlidir. Sporcularımla özel hayatta da diyaloğum vardır ve zengindir. En özel sırlarını benimle paylaşan sporcular olmuştur. Bunun için güven duygusu yaratmak çok önemlidir. Çünkü sporcu önce size güvenir, sonra staffa güvenir ve sonra da arkadaşlarına güvenir ve işte o zaman da takım olunur.

HE: Hocam Hidayet Türkoğlu,Ufuk Sarıca, ve Mirsat Türkcan gibi pek çok yıldız sporcunun yetişmesinde büyük rolünüz var? Genç bir sporcu adayının bir yıldız olacağına nasıl karar verirsiniz? Onları nasıl yönlendirirsiniz? Bir sporcu hangi süreçlerin sonunda Hidayet Türkoğlu oluyor?
AÖ: 10-12 yaşında Ufuk’u keşfettim dersem yalan söylemiş olurum. Ben eğitimlerde de hep söylerim’ altyapı antrenörü masada oturmamalı, gidip okullarda oyuncu araştırmalı’ diye. Yani oyuncu avcılığı yapmalı. Tabii ki oyuncuyu bulmak öncelikli hedef ancak bence öncelikli olan başka şeyler var: iyi basketbolcu öncelikle iyi sporcu olmalı ondan önce de iyi adam olmalı. İyi insan olmak aile terbiyesiyle de ilgilidir ama sizin yapacağınız şeyler de var. Sizin gözünüzün içine bakan birine bir çok şey öğretebilirsiniz.

Küçük yaştaki sporculara oyunu öğretirken onlara önce bunun oyun olduğu öğretilmeli, çocuklar antrenmana gelirken ayakları geri geri gitmemeli. 8-10 yaşındaki çocuğa teknik taktik öğretmek yanlıştır öncelikle oyunun temeli öğretilmelidir. Bir süre sonra iyi çalışan oyuncular sırıtmaya başlar ve siz de yavaş yavaş onlara eğilmeye başlarsınız. Onlar için özel maçlar planlar ve özel antrenmanlar yaptırırsınız.

HE: Peki hocam bahsettiğimiz sporcuların ortak özellikleri sizce neydi? Onları başarılı basketbolcu yapan nedir?
AÖ: Tabii ki hepsi yetenekli ancak bu sporcuların çoğunda ortak özellik kazanma isteği, mücadele etme arzusu ve arkadaşını geçme dürtüsüne sahip olmaları. Yani bunlar hem yetenekli hem de kazanmak isteyen sporculardır.

HE: Sizce bir antrenör kondüsyonerlerden yararlanmalı mıdır?
AÖ: Bence iyi bir kondüsyoner gereklidir. Ben geçmişte atletlerle beraber çalıştım, ağırlık idmanlarına katıldım. Benim bu konuda özel bilgim var. Bu nedenle programı beraber saptarım ancak detayları tabii ki işin uzmanına bırakırım. Onlar oyuncu özelliklerine, antrenman dozu ve sayısına göre gerekli planlamaları yaparlar.

HE: Sporcuların performans ve sorunlarını nasıl yönetirsiniz? Takım içi sorunlar ile baş etme konusunda yöntem ve önerileriniz nelerdir?
AÖ: Sorunlu oyuncuyu yönetmek kolay değildir. Ancak önemli nokta sorunu ertelememek ve onun üzerine gitmektir. Sorunu görmemezliğe gelmek diğer oyuncuları da kaybetmeye neden olur ve ayrıca sorun bir dahaki sefere daha büyük olarak karşınıza gelir.

HE: Aydın hocam sizce sporda sakatlıkların önlenmesinde antrenörün rolü nedir?
AÖ: Bir antrenör sporcuyu bilinçlendirmeli: doğru beslenme, yeterli uyku ve özel hayat konusunda donatmalıdır. Bunlar daha çok altyapı sorunlarıdır ve orada halledilmelidir. Ayrıca antrenör sporcuyu sezon öncesinde ve sezon içinde çok iyi hazırlamalıdır.

HE: Sağlık ekibinin sporda rolü nedir ve antrenörlerin sağlık ekibinden beklentileri nelerdir?
AÖ: Sağlık organizasyonu da bir ekip işidir ve ekip tarafından yönetilmelidir. Burada da doğru organizasyon ve takım olmak önemlidir. Bir kere çok iyi bir doktorunuz olmalı, bu doktor bilgili ve hastanesinde sözü geçen bir doktor olmalıdır. Onun gözetiminde uygun ve gerekli konsültasyonlar planlanmalıdır. Burada Acıbadem Hastanesi ve Dr. Armağan Özel örneği çok önemlidir. Fenerbahçe Basketbol takımında çalışırken Dr. Armağan Özel’in şahsında Acıbadem Sağlık Grubu ile böyle çok başarlı bir süreç yaşamıştık. Tabii burada böyle bir yapıyı kuran ve yöneten Sayın Mehmet Ali Aydınlar’dan da bahsetmek ve onu da kutlamak gerekli.

HE: Hocam Türkiye basketbolunda uzun ve başarılarla dolu bir geçmişiniz var geri dönüp baktığınızda Türk sporunda organizasyon ve sağlık altyapısı ile ilgili önerileriniz nelerdir?
AÖ: Bence sağlık altyapısı, sporcu kalitesi, koçların yeterliliği ya da antrenman bilgi ve uygulamalarında bir eksiğimiz yok. Eksiğimizin finans ve pazarlama planlanmasında olduğunu düşünüyorum. Yani seyirci organizasyonu, sponsor gelirleri, medya ilişkileri, ürün gelirleri konsunda planlamalar yapılması lazım.

HE: Son olarak hem sağlık hem de sporla ilgili bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
AÖ: Tabii; Koraç kupasında oynarken grupta son maçlara geldik. Son maç öncesi Naumoski sakatlanmıştı ve kasıkta kas yırtığı vardı. Doktorumuz oynayamayacağını söyledi. Maç kritikti; kazanırsak grupta 1. olacak kaybedersek 3. olup elenecektik. Naumoski ile konuştum ve istersen Yunanistan’a takımla gelme dedim. Bizimle geldi ancak oynama şansı yoktu. Ben de kafamda onun olmadığını düşünerek hareket ediyordum. Çünkü benim için oyuncunun sağlığı herşeyden önemlidir. Maça başladık Ufuk 1 numara pozisyonunda oynuyor ve top getiriyordu. Bir ara 15 sayı geri düştük, ben dönüp Naumoski’ye baktım ancak yüzümde ‘tam da sakatlanacak zamanı buldun’ gibi bir ifade vardı herhalde. Biraz sonra Naumoski yanıma geldi ve oynamak istediğini söyledi. Ben 1-2 kez emin olup olmadığını sordum ve iyi hissetmiyorsa oynamamasını söyledim.İyi olduğu söyledi ve oyuna girdi. Oyunu havası değişti, o gün Naumoski hiç sayı atmadı ancak top getirdi ve takımın üzerindeki baskıyı aldı, asist yaptı. Biz maçı kazandık.

HE: Hocam bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Sporda 'profesyonellik = para' mı?

Sporun bir çok alanı günümüzde artık 'profesyonel' spor olarak adlandırılıyor. Ortalama üzeri bir futbolcu yılda 1-2 milyon, bir basketbolcu ise 500 bin-1 milyon TL para kazanıyor. Bunun karşılığını verebiliyorlar mı ya da karşılığını vermek için nasıl bir planlama yapıyorlar? Belki de yapıyorlar mı diye sormalı ama sporda esas konuşulması gerekenin bunlar olduğunu düşünüyorum.

Sporcuların spor ve günlük yaşam planlaması üç ana döneme ayrılabilir;

-Performansa hazırlık
-Performans
-Performans sonrası toparlanma.

Performansa hazırlık; sporcunun sezon öncesi yaptığı antrenmanlar, kamplar ile sezona hazırlanması sürecidir. Ama sadece bu kadar değildir. Sporcular tatil döneminde en azından kazanımlarının (kondüsyon, çabukluk v.b.) bir kısmını korumak için bireysel olarak da çalışmalıdır (Türkiye'de hemen daima eksik yapılan ya da hiç yapılmayan bir şeydir). İşin özeti sporcu sezon başı kampına ön hazırlığını yapmış ve hazırlığa hazır halde gelmelidir!. Burada ülkemizde hemen hiç kullanılmayan bireysel antrenör, kariyer koçu, basın danışmanı, beslenme, psikolojik danışmanlık gibi performansa yönelik kavramlardan da bahsetmek gerekli ama bu konuların her birinin ayrı bir yazı konusu olduğunu da söylemek gerekli.

Performans; sezon başı hazırlığı ile yeterli kondüsyonu, kuvveti, çabukluğu yani beceriyi kazanmış sporcunun sahaya çıkıp oraya eğlenmeye, hoşça vakit geçirmeye gelmiş ya da ekran başına geçmiş izleyicilere istediklerini verdikleri süreçtir. Bu süreç de ülkemizde eksik kalmaktadır. Ortada dönen büyük paralar ve ülkemizin kültüründen gelen bir takım nedenlerle amaç 'sadece kazanmak ama nasıl olursa olsun kazanmak' haline gelmiştir. Bu durumda izleyiciler açısından sporun bir 'eğlence-entertainment' olduğu gerçeğinden bizi uzaklaştırmaktadır. Sonuçta ortaya keçiboynuzu tadında müsabakalar çıkmaktadır. Bu da sporun pazarlanması ve daha büyük gelir ile uluslararası bilinilirliğe ulaşmasını sınırlamaktadır.

Performans sonrası toparlanma; sporcunun sadece parasını alırken değil hayatını yaşarken de profesyonel olması gerekli. Maç ya da antrenmanlardan hemen sonra yeterli besin ve sıvı desteğinin önemini ve nasıl sağlanacağını bilmesi gerekli örneğin. Ya da maçtan bir gece önce cinsel ilişkiye girmemenin, maç sonrası gece iyi uyumanın önemini kavraması gerekli. İlhan Mansız gibi diz artroskopik cerrahisi olduğunun gecesinde gece kulübü ya da barlarda gezmemeli. Maç ya da antrenmanda yaşadığı sakatlıklar için en kritik sürecin ilk 48-72 saat olduğunu ve bu konuda yapılacak ilk müdahalenin tedavinin en önemli parçası olduğunu öğrenmesi gerekli.

'Profesyonel' spor aslında bütün bu yukarıda anlattıklarım ve daha fazlası varlığında 'profesyonel' oluyor, sadece para alırken değil. Günümüzde 'profesyonel' sporcularımız kendilerine sözleşme yaparken daha çok para kazandıracak menejerlerle çalışıyor ve diğer bütün her şeyi de menejerlerinden, antrenörlerinden ve kulüpten bekliyorlar (istisnalar hariç). Bana kalırsa performansın diğer bileşenlerini öğrenip buna yönelik yatırım yapmaları için zaman geldi de geçiyor bile, tabii umurlarındaysa...